LİYAKAT KAVRAMI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME...
- İzzet Dedeoğlu
- 25 Ağu
- 3 dakikada okunur

Liyakat, toplumların düzenini ve kurumların başarısını belirleyen en önemli değerlerden biridir. Türk Dil Kurumu’na göre “bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu” anlamına gelen liyakat, görev ve sorumlulukların ehil kişilere verilmesini ifade eder. Bu kavram yalnızca bir terim değil, tarihin her döneminde devletlerin yükselişinin ve çöküşünün temel nedenlerinden biri olmuştur.
İslam tarihinde liyakat, doğrudan Kur’an ve hadislerle temellendirilmiş bir ilkedir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi emreder” (Nisâ, 58) ayetiyle görevlerin ehil kişilere verilmesi öğütlenmiştir. Resulullah (s.a.v.) da “İş ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle” (Buhârî, İlim, 2) buyurarak liyakatsizliğin toplum düzenini bozacağını açıkça belirtmiştir. Tarihsel örnekler de bu ilkeyi doğrular niteliktedir. Hz. Ebubekir’in bilgisi ve tecrübesi nedeniyle halife seçilmesi, Hz. Ömer’in kadı tayin ederken daima en adaletli ve bilgili kişileri seçmesi veya Resulullah’ın genç yaşına rağmen Üsâme b. Zeyd’i ordu komutanı yapması, liyakat anlayışının somut göstergeleridir. Osmanlı Devleti de uzun süreli başarısını büyük ölçüde liyakat esasına dayandırmıştır. Devlet adamı yetiştiren Enderun Mektebi, bu anlayışın en kurumsal örneklerinden biridir. Burada yetenekli gençler eğitilir, kabiliyetlerine göre görevlendirilirdi. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinde bilgi ve maneviyatıyla öne çıkan Akşemseddin’e önemli görevler vermesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın devşirme kökenli olmasına rağmen yeteneği ve zekâsı sayesinde Sokullu Mehmet Paşa’yı sadrazamlığa kadar yükseltmesi liyakat esasının Osmanlı’daki yansımalarıdır. Bu anlayış, farklı kökenlerden gelen insanların bile yetenekleriyle en üst makamlara çıkabilmesini sağlamıştır.
Liyakat ilkesi yalnızca geçmişte değil, günümüzde de hem kamu yönetimi hem de özel sektör için yaşamsal öneme sahiptir. Kamu kurumlarında akrabalık, siyasi yakınlık veya kişisel çıkar ilişkilerine dayalı atamalar işlerin aksamasına, adaletin zedelenmesine ve toplumda güven kaybına yol açar. Bu nedenle görev dağılımlarında ehliyet ve tecrübe ön planda tutulmalıdır. Özel sektör açısından da liyakat, sürdürülebilir başarının ve kurumsal bağlılığın temelidir. Modern iş dünyasında şirketlerin rekabet gücü, yalnızca sermaye gücüne değil, doğru insan kaynağını doğru yerde değerlendirebilme becerisine dayanır. Bu nedenle bir şirkette yeni bir yönetici tayin edileceği zaman mutlaka şu soru sorulmalıdır: “Kurum içerisinde bu görevi hak eden, gerekli bilgi ve tecrübeye sahip bir çalışan var mı?” Bu soruya samimi ve objektif bir yanıt aramak hem çalışanlar hem kurum kültürü açısından kritik bir adımdır. Liyakat esaslı bir terfi sistemi, yalnızca kıdemi değil; çalışanın performansını, liderlik potansiyelini, problem çözme becerilerini ve ekip çalışmasındaki başarısını da dikkate alır. İnsan kaynakları yönetiminde artık pek çok kurum, bu tür kriterleri ölçmek için performans değerlendirmeleri, 360 derece geri bildirim sistemleri ve yetenek havuzu uygulamalarını kullanmaktadır. Bu sistemler sayesinde kurum içindeki potansiyel liderler tespit edilip, doğru zamanda doğru pozisyonlara getirilebilir. Hak ederek yükselen yöneticiler, ekibe ilham verir, motivasyonu artırır ve kurumsal kültürü güçlendirir. Çalışanlar, emeklerinin karşılık bulduğunu görünce şirkete olan bağlılıkları pekişir. Ehil olmayan kişilere verilen görevler ise adaletsizlik algısını besler, yetenekli çalışanların başka kurumlara yönelmesine yol açar ve performans kaybına neden olur. Ayrıca dışarıdan yapılan atamalarda da liyakat ilkesi göz ardı edilmemeli; adayın yetkinlikleri, deneyimleri ve kurumun vizyonuna uyumu titizlikle değerlendirilmelidir. Özel sektörde liyakatin sağlanması, yalnızca bireysel adaletin değil, kurumsal verimliliğin ve sürdürülebilir başarının da teminatıdır. Nitelikli insan kaynağının elde tutulabilmesi için çalışanların, liyakatli bir şekilde yükselebileceğine inanması gerekir. Bu inanç yok olduğunda ise motivasyon düşer, verim azalır ve şirketin rekabet gücü zayıflar. Dolayısıyla çağdaş iş dünyasında liyakat, etik bir ilke olmanın ötesinde, somut bir yönetim gerekliliğidir.
Tüm bu tarihsel ve güncel örnekler gösteriyor ki liyakat, adaletin ve başarının vazgeçilmez unsurudur. Liyakat varsa güven, verimlilik ve düzen vardır; liyakat yoksa bozulma, huzursuzluk ve çöküş kaçınılmazdır. Hem kamu yönetiminde hem de özel sektörde bu ilkenin benimsenmesi, bireysel hakların korunması kadar toplumun refahı ve kurumların sürdürülebilir başarısı için de zorunludur.
Yorumlar